'Hukuk düzeni mi, buyruk nizamı mı?' Türkiye'nin aydınları tartıştı
“Biz Türkiyeli 805 yurttaş olarak onurlu, huzurlu, güvenli yaşam hakkımızı talep ediyoruz” diyerek 10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla bildiri imzalayan aydın, akademisyen, hukukçu, siyasetçi, sanatçı, insan hakları savunucularını MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hedef gösterdi.
Bahçeli, “Yine bildik aydın müsveddeleri, kiralık kalem, sözde gazeteci ve kimliksiz akademisyenlerden mürekkep 805 çürük şahıs sipariş bir zillet bildirisine ortaklaşa imza atmışlardır. İhanet masasının başında mama kuyruğuna girmişlerdir” açıklamasını yaptı. Açıklama sonrası gözler bildiri imzacılarına çevrildi.
Bildiride, muhalefete çağrı yapan 805 Yurttaş, Meclis’te ‘demokrasi ittifakı’nın kurulması gerektiğine dikkat çekti. Yazar Hasan Cemal de Bahçeli'nin açıklamaları üzerine "Suç duyurusunda bulunacağını" açıkladı.
Peki 805 Yurttaş'ın hazırladığı bildirinin çıkış noktası neydi, neden bu bildiri hedef alındı, imzacıların talepleri neler, bu güne kadar yayımlanan bildirilerden farkı nedir?
Ahval Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Baydar, bildiri imzacılarından Ahval Yazarı Nesrin Nas, Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, tarihçi Ayşe Hür, ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, avukat Çiğdem Koç ve akademisyen Binnaz Toprak ile bildirinin detaylarını ve Bahçeli’nin açıklamasını konuştu.
Ahval Forum’da öne çıkan ifadeler şu şekilde:
Avukat Çiğdem Koç:
“Bir avukat olarak şunları söylemek istiyorum; her şeyi bir kenara bırakın, siyasi tutsakların serbest bırakılması ve adil yargılama hakkı için böyle bir metni kimin imzaladığına bakmaksızın imzalarım. Bugün iktidar değişse ve yeni gelen iktidar bugünkü iktidara aynılarını yapsa ben yine durduğum yerde duracağım. Benim imza atma sebebim duruşma salonlarından cezaevlerine kadar dile getirdiğimiz bir şeyi çok daha geniş bir platformda insanlarla birlikte dile getirmekti.
O yüzden isteyen istediğini söylesin, bu metin bin kere daha önüme gelsin ben bin kere daha imzalarım bu metni. Çünkü ben biliyorum neler yaşandığını; hukuk alanında adil yargılama yapılmadığını, savunma hakkının nasıl kısıtlandığını bırakın diğer insanları avukatların dahi işlerini yaparken kendilerini nasıl cezaevlerinde bulduklarını biliyorum... İmzacılara karşı söylenenleri de ciddiye almıyorum. Tarih gösterecek kimlerin haklı kimlerin haksız olduğunu."
Akademisyen Binnaz Toprak:
“O kadar uzun zamandır mevcut iktidara karşı eleştiriler dile getiriliyor ve bunların hiçbiri göz önüne alınmadı ki sonunda biz iktidara hitap etmekten vazgeçip muhalefete hitap etmeninin daha doğru olduğunu düşündük. ‘Türkiye uçacak’ deniyor evet doğru uçacak ama uçuruma doğru. Hangi açıdan bakarsanız bakın, ekonomi çökmek üzere, artan işsizlik, 450 milyon dolar dış borç, yoksulluğun altında bir asgari ücret, insanlar çöplerden yiyecek toplanıyor... Koronavirüsle doğru düzgün mücadele edilmediği için giderek artan ölüm sayıları, tarım dağılmış vaziyette.
Öbür taraftan bir de bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemi güçler ayrılığı olacak dendi. Tüm güçler vesayet altında. Osman Kavala’nın bütün davalarına katıldım. Hiçbir kanıt yok, komedi gibi duruşmalardı bunlar. Ona rağmen anayasa ve AİHM'in kararlarını alt mahkemeler tanımıyor. Şeffaflık, liyakat yok. Bütün devlet kurumları çökmüş. Dolayısıyla yapmamız gereken yeni bir mutabakat, bu bildiri de buna yönelik bir bildiri. Yani yeni bir toplumsal sözleşme; mevcut iktidar ve muhalefetin tamamının birleştiği bir sözleşme. Sadece siyasi partilerin de değil. Sivil toplum örgütlerin, sendikaların odaların ve halkın birleşmesiyle oluşan bir ittifakla bu gidişata artık bir ‘dur’ diyebiliriz.”
Eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay:
“Devletin rayı adalettir. Türkiye’de devlet rayından çıktı. ‘Adalet mülkün temelidir’ diye bir felsefemiz var iktisat, maarif, silahlı kuvvetler değil adalet mülkün temelidir. Adalet üzerinden yargıyla oynamak rakibiyle uğraşma politikasına saptı, o kendisine yeni bedeller ödetti, bu kez yeni ittifaklar kuruldu ama aynı yanlışlar devam edildi. Türkiye’de adalet olmadığı zaman hak arama özgürlüğü olmuyor.
Hak arama özgürlüğü olmadığı zaman ekmek adaletsiz dağıtılıyor. Dün sağlık çalışanları görüşlerini açıklamak ve taleplerini söylemek için Sağlık Bakanlığı önüne gitti. Çok insani çok haklı bir girişim yapmaya kalktılar, polis müdahale etti ki bu insanlar canlarını ortaya koydu. Böyle bir ortamda canımızı emanet ettiğimiz insanların haklarını talep etmeleri bile engelleniyor. Yani, akla, irfana, halka sığmaz bir yapı var. Böyle bir ortamda ne yapacağız şimdiye kadar iktidara söylemeye çalıştık.
Bu gidişin sonu hayır değil. Zulm ile abad olunmaz. Abad olanın sonu berbat olur. Bunu topluma haykırmak gerekiyor. Türkiye bir tünelden çıkıyor. Ya aydınlığa çıkacak ya da daha karanlığa aydınlığa çıkarsak demokrasiye, insan haklarına hukuk devletine çıkacağız. Karanlıkta devam edersek otokrasiden diktatörlüğe kadar sonu belirsiz bir yere gidebiliriz.
İktidarın hesabına gelen bir olayı yakaladığı zaman bir seçim gelecek. Orada toplumun önüne bir tercih konacak. Ya demokrasi ya otokrasi ya hukuk ya buyruk. Türkiye buyrukla mı yönetilecek hukuk ile mi yönetilecek bu seçimi yapacağız. Bunu anlatacağız topluma.”
Tarihçi Ayşe Hür:
“Ben normalde bu tip metinlere imza atmıyorum. Çünkü hedefine ulaşmayacağını düşünüyorum. Bu sefer tereddütsüz imzaladım bu metni. İçinde bulunduğumuz dönemde toplumun üzerine atılan ölü toprağını atmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bu açıdan bu bildiriyi çok önemli gördüm. Bildiride söze dökülmüş, ekonomik, toplumsal, hukuksal ve dış politikaya dair sorunlar bir yana pandemi gibi toplumun yaşamla ölüm arasına sıkıştığı bir dönemde siyasi taleplerin geriye itilmesi çok doğal gibi ama halbuki siyasi iktidarın ele geçirilmesinde siyasi iktidar halktan, emekten, esnaftan ezilenden yana değilse pandemi de dahil bütün sorunların çözümsüzlüğe gitmesi normal.
Ben bu açıdan bildiriye çok misyon yüklemiyorum. ‘Biz varız direniyoruz sözümüzü söylemeye devam edeceğiz’ şeklinde bir bayrak gösterme olarak görüyorum. Bu açıdan bunu cesaret verici bir ses olarak görüyor ve bunun arkasının gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Nihai olarak parlamenter sistem dışında başka çözümlere başka güç birliklerine ve rol modellerine yüklenmemiz gerek."
İlahiyatçı İhsan Eliaçık :
“Bu bildiri üzerinde biraz daha yoğunlaşacak olursak bu bildirinin önceki bildirilerden bir kaç açıdan daha farkı var. Birincisi sayı dikkat çekiyor 805 kişi imzacı. Sayının kendisi bir mesaj veriyor zaten. 805 kişi bildirinin de amacını ifade eden bir rakam. Her kesimi içine alacak ‘çoban ateşleri’ diye ifade eden memleketin her bir yerinde kendi kendine muhalif faaliyetlerde bulunan çeşitli söylemlerde bulunan bir sürü taraf var. Ancak bu gruplar, kişiler ve taraflar birbirlerini tanımıyorlar. Başta Cumhurbaşkanına hakaret davaları olmak üzere birçok dava açılmış durumda. Terör propagandası yapmaktan altı yıl hapis cezası aldım. 28 Şubat’ta Kayseri’de ne yaşadıysam bugün İstanbul’da onu yaşıyorum. Hatta daha fazlası…
Bu bildirinin ikinci temel özelliği muhaliflerin muhalefet eden insanların bir şekilde aralarında iletişimini kurmak. Buna örgütlenme mi deriz güç birliği mi deriz bunu hedefliyor olması. Direk iktidara söz söylemek yerine muhalefete bir çağrı yapıyor oluşudur.
Üçüncüsü, bildirinin bir manifesto özelliği taşımasıdır. Yani önerilerde bulunuyor ve bir demokratik cumhuriyet manifestosunu özet bir şekilde önümüze koyuyor. Buna girmek için bazı temel şartlar var; siyasette, ekoloji, hukuk, ekonomi ve sosyal adalet gibi. Bunların öteden beri düşündüğümüz sosyal adalet talepleri özgürlükçü demokratik cumhuriyet taleplerini sıralıyor. Benim için İslamiyetin en iyi şekilde yaşanacağı rejim de demokratik cumhuriyettir.
Bildirinin son özelliği ise bir siyasi partinin arka bahçesi veya günün sonunda filan partiye oy vermek gibi bir amacı veya hedefi yoktur. Sivil ve partilere mesafeli duruyor. Hatta partileri de çoban ateşlerinden birisi olarak görüyor. Sendikalar, kooperatifler, platformlar birleştiriyor.
Bildiriye verilen tepkilere ise hiç aldırış etmemek gerekir çürüyen değil. Çürümüşlüğü aşmaya yönelik bir irade var burda.”
Eski milletvekili ve Ahval yazarı Nesrin Nas:
“Bu bildiri kolektif bir iş ve Türkiye’de demokratikleşme çabasını tarif eden en geniş yelpazeyi kapsamayı amaçlayan bir yaklaşım. Şimdi biz şunu söylüyoruz. Bizim gerçek bir sorunumuz var. İktidar toplumu bizi çürütüyor yani keşke sadece çürüyen iktidar olsa… Biz bu çürümeyi durdurmak istiyoruz. Bizim muhalefete söylemek istediğimiz, yürütmeyi güçlendirmek değil hedefimiz onu dengelemek. Kurumsal yapıyı oluşturun diyoruz.
Derdimiz kurumsal yapıları yeniden inşa etmek değil onları demokratikleştirmek. Halkın taleplerinin o kurumsal yapılara aktarılmasını sağlamak. Gördüğümüz de şu; kaybetmeyi red eden bir parti ne pahasına olursa olsun kazanması gerektiğine ısrar ederse bunun sonuçları çok acı olur. Bu parti ne olursa olsun kazanması gerektiğine karar verdiği için bizim mevcut sorunlarımızı kendi enerjimizle, kendi birikimimizle çözme kapasitemizi elimizden alıyor. Yok ediyor. Buna bir an önce dur dememiz lazım.
Bahçeli’nin açıklamalarına gelirsek, hiç kimse bu ülkenin vatandaşlarını tehdit edemez, çürük diyemez, siyasetçilerin sivil toplumu hedef göstermelerine ve şeytanlaştırmalarına artık yeter demeliyiz. Devlet Bahçeli sadece iktidara verdiği sayısal destek nedeniyle kendisini devlet yerine koyamaz. Buna musallat olanları cezalandırmak devletin asli görevidir."